20 Mart 2011 Pazar

Asi Leyla

Uyandığımda donduğumu hissettim. Alaska'daki üçüncü gecemizdi. Metallica grubunun elemanları fokları dövdüğünden bu yana PETA olarak buradaydık. Eylemlerimizi Alaska'dan başlatıp Metallica'nın evinin önüne gidecektik. Yolda da Alaska’daki balık fabrikalarının önünde eylem yapacaktık fakat bunu yapacak enerjiyi bulabilecek miydim? Belki de geçen akşam foklarla uyuyacağım diye tutturmayacaktım. -40 C° kadar dayanıklı uyku tulumumun içinde biraz daha büzüştüm. Kenya'daki gergedan yürüyüşünde tanıştığım İngiliz aktivist ocakta çay yapıyordu. Hafifçe doğrulup ona doğru şöyle dedim: "Çay demlemeyi bile bilmiyorsunuz, sallama çay içilir mi hiç?" Bana karşılık verdi; "Sabahtan beri titriyorsun, kötü de olsa bunu iç için ısınır. Kıtlama mı içeceksin?"
Evet, donuyordum ama uyku tulumunun içinde değildim, yorganın altında titriyordum. Çok iyi bildiğim, vücudumun bana "Sen hastasın" deme biçimini hemen tanıdım. Yataktan kalkıp Leyla'nın yanına gittim. Mışıl mışıl uyuyordu. Üstünü örtüp ilaç dolabına gittim. Bilinçsiz ilaç kullanımının sürdüğü her ev gibi bizim evimizde de kocaman bir kutu vardı. Genelde ayakkabı kutusundan bozma olan bu kutuda tarihi geçmiş şuruplar, bir kere kullanılmış ishal ilaçları, yarım kullanılmış antibiyotikler, birbirinin muadili olan yüzlerce grip ilacı, MR cihazı ve ne alaka olduğunu hiç anlamadığım bir dikiş seti vardı. Dikiş seti kendimi Rambo gibi hissetme olasılığıma karşı konmuş olmalıydı.

Önce kendime reçete yazdım, daha sonra da hemen ecza kutumuza uğrayıp ilaçlarımı aldım. Sabah daha iyi hissedeceğime emindim.
Sabah Leyla’nın ağlaması ile uyandığımda bırakın daha iyi olmayı yataktan kalkabilecek durumum bile yoktu. İzzet Altınmeşe ile Yıldız Tilbe’nin ses tellerinin örülmesiyle oluşturulmuş bir tel yumağı benim boğazıma konuşmuştu. O sesle sevgilime “Ben çok hastayım lütfen kalk” diye seslendim. O da bana Hasan Mutlucan Gülben Ergen karışımı sesiyle yanıt verdi; “Ben de hastayım.”
Anne ve babanın aynı anda hasta olması halinde bebeğe kimin bakacağı sözleşmede yer almıyordu. İkimizde birbirimize destek olarak kalktık. Leyla açtı ve ağlıyordu. Süt içmesi gerekliydi. Annesi ona memesini verirken tereddütle bana baktı. Hemen telefona koşturdum. Leyla’nın doktorunu arayıp hasta olduğumuzu, sütten hastalığın Leyla’ya bulaşıp bulaşmayacağını sordum.
Doktor genel yanılgının aksine grip gibi hastalıkların sütten geçmeyeceğini ama evde mutlaka maskeyle gezmemiz gerektiğini ve hatta gece odasını ayırmamız gerektiğini söyledi. Maskeyle gezmek.
Hasta bir ebeveyn olarak kucağımızda bebekle hastaneye gidip muayene olduk. Daha doğrusu sevgilim muayene oldu… Aynı ilaçlardan ben de kullanırsam iyileşecektim. Aynı hastalık ne de olsa. Bu mantıkla hareket ederek Avrupa Birliği’ne üye olacağımıza neredeyse emin gibiyim.
Eczaneye uğrayıp ilaçlarımızı aldık. Bolca maske almayı da ihmal etmedik. Artık maskeyle geziyorduk evde. Alışık olmadığı halde maskeyle gezen normal bir insanın kendisini şarbon virüsünden korunmaya çalışan Japon gibi hissetmesi ve moralinin bozulması gerekirken ben kendimi başarılı bir ameliyattan yeni çıkmış operatör doktor edasında hissediyordum. Hatta rolüme kendimi o kadar kaptırmıştım ki, bir ara Leyla’nın altını değiştirirken bezini açıp kakalı bezi almış, Leyla’yı yıkamış, sonra tekrar bez değiştirme masasına koyup “Hastayı kapatın” deyivermişim.
O gece Leyla ilk defa kendi odasında yatmıştı. Biz hem hastalığın hem de ilaçların etkisiyle gece Leyla’nın sesini duyamayacağımızdan korkmuştuk ama o bebek telsizleri işlerini gayet iyi yapıyorlar. Leyla gece iki defa kalktı, aynı rutinini tekrarlayıp, yani sütünü içip, gazını çıkarıp, omzuma apoletleri yerleştirip geri yattı.
Sabah kalktığımda maskemi takıp ortalıkta konsültasyon yapmak için hekim arkadaş arayadurayım ilaçlar yavaştan işe yaramıştı. Kendimi daha iyi hissediyordum. Bu yüzden kendimi Leyla’yla oynamaya adadım.
Oyuncak olarak oynayabilecekleriniz kısıtlı. Mesela bizim ipin ucunda sallanan bir tavşanımız vardı. Aslında kendisi içinde taşıdığı boncuklar sayesinde ses çıkarabiliyordu ama ben o boncuklara ufak bir ameliyat yardımıyla ulaşıp onları almıştım. Bebek sahibi olduğunuzda öğreneceğiniz bir şey de ses çıkaran oyuncakların ses çıkarmasını engellemek için çeşitli bilgilere sahip olmak olacaktır. Mesela ben bir dinozorun viyaklamasını kapatabilmek için hatırı sayılır düzeyde elektronik bilgisi edindim.
Küçük bebekler çok sevimli olabiliyorlar. Özellikle bebek sizin bebeğiniz ise daha tatlı oluyor. Sürekli onu öpüp koklamak istiyorsunuz. Leyla salladığım tavşanı yakaladıkça ve ağzına götürmeye çalıştıkça “Aferin benim kızıma” diye onu öpüyordum. Annesi “Öpme hastalık geçebilir” dediğinde ona hak veriyordum ama iki dakika sonra şirin şeyi tekrar öpmek istiyordum.
Beklenen sonuç filizlendi ve Leyla o günün akşamında ateşlendi. Küçük çocuklar ateşlendiğinde siz daha çok ateşleniyorsunuz. Hele ki hastalığa kendinizin sebep olduğunu bildiğinizde çok daha kötü hissediyorsunuz. Hemen Leyla’yı alıp hastaneye götürdük. Ateşini evde ölçmüştük; 39 C°. Yolda hastaneye telefon açıp acil servisi, ameliyathaneyi falan hazırlatmak istedim. Onlar da “Endişelenecek bir şey yok beyefendi” karşılığını verdiler. Nasıl yani, benim bebeğim ateşli bir şekilde hastaneye geliyor ve kapıda doktorlar nasıl beklemez.
Acil servisin kapısından içeri girdiğimde bir hemşire bizi odaya aldı ve Leyla’yı kucağımdan aldı. “Ay sen ne şeker şeysin öyle” diyerek Leyla’yı seviyordu.
-“Hemşire hanım, biz uzun süredir bu iltifatları kendisine yapıyoruz ama cevap vermiyor. Siz hastalık hakkında bir şey yapacak mısınız?” diyerek kendisini işini yapmaya teşvik ettim.
-“Meraklanmayın beyefendi. Doktorumuza haber verdik, yukarıdan iniyor” dedi.
Hemşire Leyla’nın ateşini, kilosunu, boyunu ölçtü, diğer bilgilerini aldı bunları bir kağıda yazdı ve gitti. Acildeki odada bir sürü cihaz vardı. Bunları neresine bağlayacaklar diye düşünüyordum. Bebeğim hastaydı ve ne olacağını bilmiyordum. Buna ben sebep olmuştum ve sosyal hizmetler bu sefer bebeği benden alacaklardı. 400 m. uzakta durabilecektim Leyla’dan.
Doktor geldi, dosyasına baktı, bizimle bir şeyler konuştu. Gerekli muayeneyi yaptı, laboratuar isteklerini yazdı. Sadece kan ve idrar testi istiyordu. Ne yani, tomografi, FMRi, başka servislerden doktor yardımı olmayacak mıydı? Hayır, basit bir grip olduğundan şüpheleniyordu. Sadece daha başka bir enfeksiyon olup olmadığını anlamak için garanti olması açısından kan ve idrar testi istiyordu.
Laboratuara gittik. Bebeklerden idrar alma yöntemleri çok başarılıydı. Leyla’nın vajinasına bir kese yapıştırdılar. Elinizde bardakla bebeğin başında bekleyemeyeceğinize göre en sağlıklı yöntem bu olmalıydı. Fakat bu kese çıkıp gidiyor bilginize. Şöyle söyleyeyim; Leyla şu anda 3 yaşını geçti ve defalarca hastalandı, geçen hafta ilk defa Leyla’nın idrarını verebildik.
Kan alma ise bebekten daha fazla sizin canınızı yakıyor. Küçücük bir bebeğin eline iğne batırıyorlar. Bebeklerin hisleri biraz yavaş olduğundan iğne yapıldıktan 15 saniye sonra ağlamaya başlıyorlar, siz ise 15 saniye sonra bir defa daha ağlıyorsunuz.
Test sonuçları iki saat sonra çıkacaktı. Bu süreye kadar eve gidip ilaçları kullanmaya başlayacaktık. Eğer sonuçlardan istenmeyen bir şey çıkarsa yeni ilaçlar verilecekti.
İlaçları almak için nöbetçi eczaneye girdiğimde bizim reçetemizin aynısına sahip 8 kişi gördüm. Bebekler hastalanırlar.
Leyla’nın hastalığı kolayca iyileşti, anne sütünün de sayesinde bir gün sonra önce ateşi daha sonra da burun akıntısı bitti. Baki kalan bir tek şey oldu. Doktor, hastalığın tekrar bize bulaşmasını engellemek için Leyla’nın başka oda da kalmasına devam etmesini istemişti. Hastalık bittiğinde doktorumuzu arayıp odaları birleştirebilir miyiz tekrar diye sorduk. Doktor buna gerek olmadığını onunla ya da bizimle ilgili bir sorun yoksa odasında kalabileceğini söyledi. Leyla sadece 2 aylıkken kendi odasına taşınmıştı. Bu şimdi ayrı eve de çıkmak ister. Asi şey  ne olacak.

2 yorum:

  1. bir gün baba olduğumda olaylara senin gözlüğünle bakmayı isterim.

    YanıtlaSil
  2. @jedilost. umarım doğru bir gözlük kullanıyorumdur :)

    YanıtlaSil