28 Nisan 2011 Perşembe

1 Mayıs

1 Mayıs 2008 tarihinde Türkiye’de iki önemli olay oldu. 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutlamak isteyenler Taksim Meydanı’na çıkamayacaklardı. Hükümetin aldığı bu karar Pürtelaş Sokak ile Kazancı Yokuşu’nun kesiştiği yerde oturan bizi yakından ilgilendiriyordu.
İnönü Stadı’nı bilmeyenler için belirtelim Kazancı Yokuşu ve Pürtelaş Sokak Taksim Meydanı’na çıkışı olan iki yerdir.
O sabah uyandığımızda her şey normaldi. Sabah kahvaltısının ardından sabah jimnastiğimizi yaparak güne başladık. Tabi ki jimnastiği ben yapmıyordum, Leyla’ya yaptırıyordum. Zaten ben doğumdan kalan kilolarımı hala veremedim.
Bebek jimnastiğini fazla büyütmeyin. Bebeğinizin bezini değiştirirken bacaklarını kaldırıp indiriyorsunuz zaten. Bu işlemi kollarına da yapıyorsunuz. Artık destekle rahat bir şekilde kalkan Leyla ile “Fış Fış Kayıkçı” isimli oyunu oynayarak jimnastiğimizi tamamlıyorduk.
 Jimnastiğin ardından Leyla bir kahvaltı daha yapmak istedi. Taksim Meydanı kapalı olduğu için işe gidemeyen annesi ona bir kahvaltı daha sundu. Bu arada Kazancı Yokuşu Taksim’e çıkmak isteyen emekçileri taşımaya başlamıştı, sloganlar yavaş yavaş kulağıma geliyordu. Pencereden baktığımda sokakta birikmiş, orantılı güç kullanmayı seven polisleri gördüm.
Leyla ikinci kahvaltının ardından bir müddet oyun oynadı. Yeni keşfettiğimiz oyun saklambaçtı. Bebekli saklambaç şöyle oynanıyor; bebek bir yerde oturuyor, siz de onun arkasına geçiyorsunuz. On saniye kadar sizi arıyor sonra garip sesler çıkarmaya başlıyor. Siz bu esnada çıkıp “Sobe!” diye bebeğinizin aklını alıyorsunuz, o da tekrar ebe oluyor. Bu oyun bebeğinizin durumuna göre 5-10 dakika arasında sürüyor. Bebeklerin genel özelliği bu aylarda herhangi bir şeye ciddi şekilde konsantre olmamaları. Tamam, okuma yazma bilmiyor olabilirsin ama sana okuduğum Adorno kitabını dinlemeyi öğren be bebeğim.
Biz saklambaç oynarken garip bir şekilde Leyla ağlamaya başladı. Bir bebeğin ağlamasının birkaç sebebi olabiliyor; acıkma, altının kirlenmiş olması… Başka yok. Hemen Leyla’nın altını kontrol ettim. Hayır, temizdi. Leyla’nın acıkıp acıkmadığını anlamak için serçe parmağımı kıvırıp oluşan küçük sivri boğumu dudaklarına koyardım. Onu yaptım parmağımı deliler gibi emmeye başladı. Daha 2 dakika önce annesinden süt içmiş Leyla’nın acıkması normal değildi. Hemen lapa yapmaya koyuldum. Yemedi… Yoğurt… yemedi… Meyve püresi… yemedi…
Annesi Leyla’yı tekrar emzirmeye çalışırken ben de sokağın durumuna bakmak için pencereye yöneldim. Bir grup emekçi ya da emek destekçisi, orantılı güç kullanmayı seven polislerle karşı karşıya gelmişlerdi. Benim bulunduğum pencere tam ortalarındaydı. Birinci katta olmamdan dolayı iki tarafında suratlarını görebiliyordum.
Orantılı güç kullanmayı seven polis eylemcilere “Gelmeyin” diye bağırıyordu. Birinci gaz bombasını gözümün önünden geçerken o an gördüm. Anlayacağınız üzere olayları Federer ile Nadal arasında oynanan bir tenis müsabakası şeklinde izlemiyordum. Endişeliydim ve endişemde ne kadar haklı olduğumu birkaç saniye sonra anladım.
Orantılı güç kullanmayı seven polislerden birinin silahından çıkan gaz bombası pencereye, camlardan birinin çerçevesine çarptı, pervaza düşüp orada hızlı bir şekilde döndükten sonra aşağıya düştü. Orantılı güç kullanmayı seven polislerin kullandığı bu silahın adı “bomba” olduğu için görevini eksiksiz yaptı ve pencerenin dışında bir gaz bulutu oluştu. Pencereler kapalı olduğu için korkmuyordum ama doğalgaz için açık bırakılan menfezi unutmuştum. Salon yavaş yavaş gaz dolmaya başladı ve ben ağlamaya başlamıştım, üzüntüden değil kimyadan. Leyla’yı ve annesini arkadaki odaya götürüp bütün kapıları kapatmıştım.
Salona gelip menfezi kapatmaya uğraştım ama artık gecikmiştim. Tekrar içeri gittiğimde dumanın içerilere gidebildiğini gördüm… Hemen Cihangir’in daha iç kesiminde yaşayan arkadaşlarımı aramak aklıma geldi. Onların muhit daha sakin olmalıydı. Onlara gidebileceğimizi düşündüm.
Leyla’yı sarıp sarmalayıp biraz önce gaz bulutu olan sokaktan aşağı doğru koşmaya başladım. Yaklaşık iki dakikalık depardan sonra Tamerler’in evindeydik. Evlerinin arka balkonuna çıkıp gazın etkisinden kurtulmaya çalıştık.
Ama bir gariplik vardı; Leyla hala ağlıyor ve sürekli süt istiyordu. Doktoruna telefon açarak durumu anlattım. 1 Mayıs 2008’in ikinci önemli, Türkiye’yi daha mikro düzeyde ilgilendiren olay açığa çıktı. Leyla artık annesinin sütüyle doymuyordu. Doktor bize çıkıp hazır besin almamız gerektiğini belirtti, ama Leyla alerjik bir bebek olduğundan sadece belirtilen markayı içmeliydi.
Tamerle birlikte dışarı çıktık. Cihangir’in ara sokaklarından Taksim’e çıkmaya çalıştık önce. Orantılı güç kullanmayı seven polisler bizi karşıladılar. Durumu onlara izah ettiğimde omuzlarını silkeleyerek “Bizi ilgilendirmez, Taksim’e çıkış yasak” dediler. Konuşurlarken “K” harfi yerine kullandıkları “ĞH” karışımı harften onlarla sağlıklı iletişim kuramayacağımızı anladık.
Cihangir’in ara sokaklarında, hastanelere yakın yerdeki eczanelere doğru yollandık. O muhit üç tane tam teşekküllü hastane barındırdığı için eczane sayısı fazlaydı. Bizim ana caddedeki eczanelere yöneldiğimizi gören bir grup orantılı güç kullanmayı seven polis “Gelme, gelme” diye bağırdı. Ben de onlara “Eczaneye gidiyoruz” diye bağırdım. Karşılık olarak bize bir adet gaz bombası hediye ettiler.
Arkamızı dönüp gözlerimizi ovuşturarak kaçarken başka bir sokağa girdik. Bir eczane gazdan kaçanları içeri alıyordu. Biz hem gazdan kaçmak hem de kutsal görevimizi yerine getirmek için eczaneye koşturduk. İstediğim mamanın markasını ve modelini söylediğimde eczacı bana “Geçmiş olsun, onu bugün bulmanız çok zor” dedi. Bir bebeğiniz varsa ya da olduğunda çok iyi anlayacaksınız. Eğer onun bir şeye ihtiyacı varsa o ihtiyacı buluyorsunuz. Ara sokaklardan bir yol bularak önce Karaköy’e ardından Eminönü’ne gittik. Bu arada çeşitli aramalar, orantılı güç kullanmayı seven polislerin sorguları ve bir gaz bombasına daha maruz kaldık. Karaköy ve Eminönü’nde aradığımızı bulamayınca bu sefer Beşiktaş’a yöneldik.
Beşiktaş’ta mamayı bulduğumuz tek eczacıyı dayanamayıp öpecektim ki mamanın son kullanma tarihinin geçmiş olduğunu gördüm. Onlarla da vedalaşıp yolculuğumuza devam ettik. Kendimi yüzüğü araya Hobbitler gibi hissediyordum. Hastanelerin yoğun olduğu bölgelere gidip eczane eczane dolaşıyor ve mamayı arıyorduk. Eğer bebeğiniz varsa ümitleriniz tükenmiyor. Sonunda bir eczanede mamayı bulmuştuk. Benzer yolları kullanarak ve yanımıza bir gaz bombası daha alarak eve döndük.  Bebeklerin mamaya geçişi sancılı olabiliyor. Anne sütüne alışan bebek hazır mamayı anında kabul etmeyebiliyor. Sabahtan beri süt isteyen Leyla ise hazır mamayı fondip yaparak içti. Bana ise biraz mutluluk gözyaşı ile Leyla büyüyüp benden şikayet ettiği zaman ona anlatacak muhteşem bir hikaye kaldı.

23 Nisan Kutlu Olsun

Mustafa Kemal’in, T.B.M.M’nin kurulduğu günü dünya çocuklarına armağan ettiği bu bayram ben de derin izler taşımaktadır. Küçücük mini minnacık çocukları sabahın köründen akşam ayazına kadar ayakta bekletmeler, oradan oraya yürütmeler, “Yoruldum Örtmenim” diye bağıran miniklerin kulaklarını burmalarla yaşadım ben o günleri. Ama bir 23 Nisan vardı ki;
Öğretmenimiz üzerinde isimlerimizin yazılı olduğu poşetleri bize uzatıp “Bunları giyip geleceksiniz” demişti. Poşetini ilk olarak açıp “Ana ne var ki bunun içinde?” diye haykıran Barış (hiç sevmezdim şişkoyu) kafasına tebeşiri yiyince hiç birimiz merak etmedik. 

Öğretmenimiz;
“Evde anneniz açsın o poşetleri, kirletmeyin bembeyaz elbiseleri” dediğinde anlamalıydık.

Anlamalıydık Adnan Şenses olacağımızı. Bembeyaz kar pamuk gibi giyinsek hadi bir derece. Beyaz fırfırlı gömlekli takım elbisenin bir aksesuarı da turuncu papyon ve turuncu kuşaktı. O gün üzerimizde mevzu bahis kıyafetlerle okulumuzun bahçesinden stadyuma, oradan tekrar okula yürüdük. Bütün şehir bizi gördü. Geleceğimizle oynandı.

Leyla’nın ilk 23 Nisan’ı yaklaşınca biraz paniğe kapılmıştım. bir bebeğiniz varsa o sizin çocuğunuzdur. Bu denklemi kurmak önemli. Sonuçta bir çocuk bayramı söz konusuydu ve bizim elimizde de bir çocuk vardı. Kendi 23 Nisanlarımı hatırladıkça kötü hissediyordum ama kendi çocuğumun 23 Nisanını sadece kendi travmalarım yüzünden kutlamamazlık edemezdim. Bir çok çocuk ellerinde balonlar, oyuncaklar, yüzlerinde gülücük aileleriyle dolaşıyorlardı benim kızımın neyi eksikti ki?http://babalarabalon.biz/wp-includes/js/tinymce/plugins/wordpress/img/trans.gif

Leyla’nın en güzel kıyafetlerini giydirip, onu arabasına oturtup kendimi Taksim’e attım. Taksim’e çıkmak için önce polis kontrolünden geçtik. Polis kontrolünden geçmemiz önemliydi çünkü Leyla da ilk defa polis kontrolünden geçti. O ve arabasının torpido gözü aramaya takıldı. Beni arayan polise “Yalnız o kız lütfen onu kadın polis arasın” demem ise günün beni güldüren ilk olayıydı.

Taksim civarında dolaşırken sürekli Leyla’ya “Bak kızım bugün bayram, bugün senin bayramın” diyordum. 6 aylık bebekler sizi pek anlamıyorlar. Etrafta çok ciddi bir süsleme çalışması olması da Leyla’nın ilgisini benden çok daha farklı yerlere kaydırıyordu. Yollar tam tahmin ettiğim gibi çocuklarla doluydu. Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı’na gittiğimizde inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştım. Çocuk sayısı kadar kağıt helva, balon, çekirdek, su satıcısı vardı. Çocuk sayısının iki katı kadar da ebeveyn. Bizim düşürdüğümüz ortalamanın aksine bebek başına en az iki ebeveyn ortalaması burada kendini gösteriyordu.

Leyla’nın henüz parkta oynamak için çok küçüktü ama onu kucağıma alıp çocukların arasında dolaştırmaya başladım. Bu çağlarda bebeğinizin sevinçli olduğunu şöyle anlıyorsunuz: Bebek ellerini ve ayaklarını aynı anda sallamaya başlıyor. Bu durumda olduğu gibi, bazen o kadar hızlı sallıyorlar ki bebek alev alabiliyor, dikkat edin. Leyla kucağımdan inememesine ve parktaki oyuncaklarla oynayamıyor olmasına rağmen pek neşeliydi. Havanın gerçek bir nisan havasında olmasının ve çevrenin rengarenk olması da çok etkiliydi.

Bir süre sonra bir şeyin farkına vardım: Aralarındaki yaş farkı ne kadar olursa olsun “çocuk” diyeceğimiz küçüklükteki insanlar birbirleriyle nitelikli bir şekilde iletişim kurabiliyorlar.
Leyla birçok çocukla iletişim kurabiliyor, onlarla adeta konuşuyordu. Çocuk masumiyetinin ise o zaman farkına varıyorsunuz.

5-6 yaşlarında bir çocuk Leyla’nın yanına gelmiş, elindeki balonu ona sallayarak oyun yapmaya çalışıyordu. Evet “Oyun yapmak” tabirini kullanıyorum çünkü bebeklerle oynadığınız çoğu oyun aslında yok ve o an yapıyorsunuz. Çocuk Leyla’ya balonu salladıkça Leyla daha bir neşeleniyordu. En sonunda ağlamaya başladı. Ben ilk başta bunu mutluluk gözyaşları zannetmiştim.

“Baba o kadar mutluyum ki ağlayabilirim.”
“Ağla kızım tutma kendini…”
Meğer balonu istiyormuş.
“Amca vereyim mi balonu?” diye sordu çocuk bana.
“Yok canım senin balonun sende kalsın, ben ona balon alayım şimdi.” dedim çocuğa.
“Olsun amca, çok sevdi, benim balonumu alsın.” dedi.

Çocuk balonu verip uzaklaştı. Kendi çocukluğum, iğrenç beyaz takımı ve turuncu papyonu taktığım gün geldi aklıma. O zamanlar bizler de birbirimize bir şeyler veriyor, bir şeyler alıyorduk. Trampa bile olmayan bir ekonomi mevcuttu aramızda.
Leyla’yı tekrar pusetine koyup balonu kucağına koydum, balonu attı. Tekrar balonu kucağına koydum, balonu attı, tekrar ve tekrar… eğilip onunla konuşmaya başladım.

“Bak güzel kızım, o abla sana balonu hediye etti. Hediye almak güzel bir şeydir. Sana hediye edilen şeylere böyle davranman hiç hoş değil. Bir hediyeyi beğenmesen bile onu gelişigüzel atamazsın, onu saklaman sana hediye edildiği günü hatırlaman gerekir. Senin için güzel bir şey bu. Lütfen balonu atma, eve gidince bu balonla güzel güzel oynarız.”

Bebeklerle iletişim kurabilmek çok çok önemli. Bebek sizi anlamasa bile onunla konuşmanız, onun gözlerine bakarak, onu önemseyerek ona anlatmak istediğiniz her şeyi düzgün bir dille anlatmanız çok önemli.

Leyla balonu tekrar attı. Balon elde, puseti ittirerek evimize doğru yollandık.

Leyla ilk 23 Nisan’ını istemediği bir hediyeyle geçirmişti. Önümüzdeki 23 Nisan’da anlama seviyesi de yükseleceği için onu gösterilerin yapılacağı stadyuma götürme kararı almıştım. Ama önümüzde anlı şanlı bir “1 MAYIS”  vardı.

Leyla tam bir hafta sonra yaşayacağımız 1 Mayıs’ı bizim için de “Olaylı 1 Mayıs” haline getirmişti. Ama bilerek ama bilmeyerek…

Önemli not: eski 23 Nisan fotoğrafımı geçenlerde buldum. Beyaz takım ve turuncu papyon ile çekilmiş fotoğrafımı isteyenler hesap numaramı alabilirler. Gözlükleri hiç söylemiyorum bile.

Kavimler Göçü

Doktorlar ve bebek bilimciler (böyle bir şey yok ama bebekten çok anlayanlar var) bebekler için aylık haritalar hazırlamışlar. Bebeğiniz birinci ayında şunu yapar, bunu yapamaz gibi, bunu yaparsa şaşırmayın, şunu yaparsa çığlık atmayın gibi. Bütün bebeklerin yazılanları (ya da söylenenleri) yapacağı gibi bir şart yok, gelişiminde bunlar önemli rol oynamıyor.
Misal, Leyla 8 aylıkken hala 2’li burgu yapamıyordu ama biz üzülmedik. Fakat Leyla doktorların söylediği bazı şeyleri tam da zamanında yaptı.

Bir gece saat tam 23.59’da Leyla’nın ağlaması ile uyandım. Odasına gittiğimde Leyla’nın kıvrılarak tostoparlak olduğunu gördüm. Önce gazı olduğunu zannettim ki gaz problemlerimiz azalmış hatta bitmişti. Kucağıma aldığımda sustu, tekrar yatağına koyduğumda çok garip bir hareket yaptı. Kendisini ayaklarıyla ittirerek yatağın en köşesine kadar ilerledi. Yatak sınırlarına geldiğinde ilerlemeye devam etti ve omurgası izin verdiği ölçüde büzüldü, büzüldü ve büzüldü. Düzelttim, hareketi tekrarladı. Yaklaşık 15 dakika boyunca bu hareketi yaptıktan ve bana keyifli anlar yaşattıktan sonra uyumayı tercih etti. Ayın 3’ü olmuştu ve Leyla 5 aylıktı artık…

Bize verilen bebek kılavuzunda “Bebeğiniz 5 aylık olduğunda daha da hareketlenir…” yazıyordu. Leyla bütün bunları duymuş olacak ki hareket etmek istemişti. Leyla’yı kucağıma aldığımda ayaklarıyla kendisini yukarı ittiriyordu, koltuğa ya da yatağa koyduğumda hemen sırt üstü dönüp topuklarıyla kendisini yukarı ittirmeye çalışıyordu. Tehlikeli dönemler başlamıştı demek ki.
İmdadıma ilginç bir icat koşturdu. Havuz. Gidip marketten şişme bir havuz aldım. İçine battaniye, yorgan, çarşaf gibi yoğurt yapımından arta kalan malzemelerle yumuşak alan yaptım, Leyla burada gönül rahatlığı ile oynayabilirdi. İşte tam bu esnada size düşen oturup onu izlemek.

Şöyle oluyor efendim; Havuzun içine birkaç oyuncak atıyorsunuz, sırt üstü kendini ittirerek bir yerlere varmaya çalışan (varabileceğini zanneden) Leyla bir engelle karşılaştığında (örnek: tavşan) hemen yüzüstü dönüp onun ne olduğuna bakıyor, eğer ilgisini çeken bir şeyse dönüp onunla oynuyor ya da her ne yapıyorsa yapıyor sonra yoluna devam ediyordu. Ama asıl sorun sevmediği bir şeye (örnek: pembe aslan) rastladığında ortaya çıkıyordu. Yüzüstü dönen Leyla aslanı yolunda çekmeye çalışıyordu, göbeğinin üstünde efelenmeye çalışan bebek bir eliyle aslanı yoldan çıkartmaya çalışırken diğer eliyle denge kurmaya çalışıyor ve bilin ne oluyor? Evet, başaramıyor.
Bunun üzerine ilk defa sinirlenen bebeğinizle karşılaşıyorsunuz.
“Veheeeeev”
“Ehhhhhhhh”
“Neeeiiiiieeee” çıkardığı seslerden yalnızca bir kaçı. Bir süre sonra yorulduğu zaman yere bırakıyor kendini ama en önemlisi dinlenip tekrar yapmaya çalışıyor. Tekrar ve tekrar bu süreç işledikten sonra yapamayacağını anladığı zaman ağlamaya başlıyor. Ben bu süreci çözdüğümde iki gün boyunca Leyla’yı bunları yaparken izlemiştim. Fakat daha sonra bir parça özgürlük kazanacağımı hissettim. Havuzun içine stratejik olarak yerleştirdiğim, aslan, tavşan, geyik gibi vahşi hayvanları Leyla’nın oyalanması için kullanıyordum. Ben de inanılmaz entelektüel kitaplarıma dalabiliyordum… ya da sabah programlarını izliyordum.

Yine bir gün bir elimde Terry Eaglton diğer elimde Wittgenstein otururken Leyla dikkatimi çekti. Evet bebekler ara sıra babaların dikkatini çekebiliyorlar. Leyla ilginç bir kaza geçirmiş olmalıydı ki yaptığı hareketin başka bir açıklaması olamazdı. Leyla göbeğinin üzerinde sadece ayak parmaklarını kullanarak kendini ittiriyor ve ciddi mesafeler kat edebiliyordu. Kaza sonucu Radyoaktif bir tırtıl tarafından ısırılan kızım suçlularla mücadelede etkin rol oynayabilecek miydi?

Bebeğiniz varsa gözlerinize inanamadığınız (bazen burnunuza da) birçok an oluyor. Benim anlarımdan biri de buydu işte. Lütfen üşenmeden yüzüstü uzanıp sadece ayak parmaklarınızı kullanarak kendinizi ileri ittirmeye çalışın. Leyla bu hareketi sanki yıllardır yapıyormuş gibi profesyonelce hareket ediyordu. İlk etapta göğsüne bir bez bağlayıp evi temizletme fikrini düşündüm ama çocuk işçi çalıştırılmasına karşı olduğumuz geldi aklıma. Ben de halısız salonda eğlenebileceğimi düşündüm. Leyla’yı kendi üretimim olan çocuk bahçesinden çıkartıp salonun ortasına koydum. Üzerinde kıyafet olduğu için parkelerde adeta kayarak ilerliyordu. Leyla özgürce ilk hareketine kavuştuğunda o da ben de çok neşelenmiştik.

Fakat bir anda hiç hesaba katmadığım bir şey oldu. Leyla salondan çıktı, holde ilerlemeye başladı, vestiyeri geçti, dar koridora girdi… Devam ediyordu. Ara sıra kafasını kaldırıp çevresine bakıyor ama devam ediyordu. Leyla’nın bir gün benden uzaklaşacağı ilk olarak orada geldi aklıma. Ben salonda oturmuş onu izlerken o kendi başına çıktığı en uzun yolculuğu sürdürüyordu. Koşup kucağıma aldım ve havuzun içine koydum tekrar… Bencilce.
Bugün Leyla’yı okula bırakırken bana aynen şunları söyledi:
“Hoşça kal baba, hadi sen işe git, seni seviyorum, sonra görüşürüz.”
Sonra görüşürüz umarım.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Yoğurt

Soğanları krema ile kavurduktan sonra üzerine biraz kimyon eklemiştim. Bir miktar beyaz sofra şarabı ve akçaağaç şerbeti fıçısında bekletilmiş malt viski ile marine ettiğim kuzu sırtını hala hafif cızırdayan soğanların içine yatırdım. Fırından gelen kokular patateslerin yeteri kadar piştiğini gösteriyordu. Kuzu sırtı soğanların sıcaklığı ile koku yaymaya başlamıştı bile. Mutfaktan çıkan kokular yüzünden salondaki insanların homurtularını duyabiliyordum. Onları daha önce delirtmiştim şimdi bir kez daha yapacaktım. Dolaba doğru ilerledim, incir tatlısı için kullanacağım yoğurdu almak için dolabın kapağını açtığımda hoş olmayan bir sürprizle karşılaştım. İki seçeneğim vardı. Ya incir tatlısını boş verecektim ya da bakkalı arayıp “Abi bana çırak Adem’le bir yoğurt yollasana” diyecektim… Üçüncü şıkkı tercih ettim. İki dakikada yoğurt yapayım canım, elime mi yapışır.
4 aylık bebekler artık katı gıdalar yiyebiliyorlar. Doktoru en son ziyaret ettiğimizde bana, bazı katı gıdaları Leyla’ya yedirebileceğimi söylemişti. Yoğurt bunlardan en önemlisi ve ev yapımı olması gerekiyor. Ev dediğim de bizim ev. Yani ben yapacaktım.