28 Nisan 2011 Perşembe

23 Nisan Kutlu Olsun

Mustafa Kemal’in, T.B.M.M’nin kurulduğu günü dünya çocuklarına armağan ettiği bu bayram ben de derin izler taşımaktadır. Küçücük mini minnacık çocukları sabahın köründen akşam ayazına kadar ayakta bekletmeler, oradan oraya yürütmeler, “Yoruldum Örtmenim” diye bağıran miniklerin kulaklarını burmalarla yaşadım ben o günleri. Ama bir 23 Nisan vardı ki;
Öğretmenimiz üzerinde isimlerimizin yazılı olduğu poşetleri bize uzatıp “Bunları giyip geleceksiniz” demişti. Poşetini ilk olarak açıp “Ana ne var ki bunun içinde?” diye haykıran Barış (hiç sevmezdim şişkoyu) kafasına tebeşiri yiyince hiç birimiz merak etmedik. 

Öğretmenimiz;
“Evde anneniz açsın o poşetleri, kirletmeyin bembeyaz elbiseleri” dediğinde anlamalıydık.

Anlamalıydık Adnan Şenses olacağımızı. Bembeyaz kar pamuk gibi giyinsek hadi bir derece. Beyaz fırfırlı gömlekli takım elbisenin bir aksesuarı da turuncu papyon ve turuncu kuşaktı. O gün üzerimizde mevzu bahis kıyafetlerle okulumuzun bahçesinden stadyuma, oradan tekrar okula yürüdük. Bütün şehir bizi gördü. Geleceğimizle oynandı.

Leyla’nın ilk 23 Nisan’ı yaklaşınca biraz paniğe kapılmıştım. bir bebeğiniz varsa o sizin çocuğunuzdur. Bu denklemi kurmak önemli. Sonuçta bir çocuk bayramı söz konusuydu ve bizim elimizde de bir çocuk vardı. Kendi 23 Nisanlarımı hatırladıkça kötü hissediyordum ama kendi çocuğumun 23 Nisanını sadece kendi travmalarım yüzünden kutlamamazlık edemezdim. Bir çok çocuk ellerinde balonlar, oyuncaklar, yüzlerinde gülücük aileleriyle dolaşıyorlardı benim kızımın neyi eksikti ki?http://babalarabalon.biz/wp-includes/js/tinymce/plugins/wordpress/img/trans.gif

Leyla’nın en güzel kıyafetlerini giydirip, onu arabasına oturtup kendimi Taksim’e attım. Taksim’e çıkmak için önce polis kontrolünden geçtik. Polis kontrolünden geçmemiz önemliydi çünkü Leyla da ilk defa polis kontrolünden geçti. O ve arabasının torpido gözü aramaya takıldı. Beni arayan polise “Yalnız o kız lütfen onu kadın polis arasın” demem ise günün beni güldüren ilk olayıydı.

Taksim civarında dolaşırken sürekli Leyla’ya “Bak kızım bugün bayram, bugün senin bayramın” diyordum. 6 aylık bebekler sizi pek anlamıyorlar. Etrafta çok ciddi bir süsleme çalışması olması da Leyla’nın ilgisini benden çok daha farklı yerlere kaydırıyordu. Yollar tam tahmin ettiğim gibi çocuklarla doluydu. Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı’na gittiğimizde inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştım. Çocuk sayısı kadar kağıt helva, balon, çekirdek, su satıcısı vardı. Çocuk sayısının iki katı kadar da ebeveyn. Bizim düşürdüğümüz ortalamanın aksine bebek başına en az iki ebeveyn ortalaması burada kendini gösteriyordu.

Leyla’nın henüz parkta oynamak için çok küçüktü ama onu kucağıma alıp çocukların arasında dolaştırmaya başladım. Bu çağlarda bebeğinizin sevinçli olduğunu şöyle anlıyorsunuz: Bebek ellerini ve ayaklarını aynı anda sallamaya başlıyor. Bu durumda olduğu gibi, bazen o kadar hızlı sallıyorlar ki bebek alev alabiliyor, dikkat edin. Leyla kucağımdan inememesine ve parktaki oyuncaklarla oynayamıyor olmasına rağmen pek neşeliydi. Havanın gerçek bir nisan havasında olmasının ve çevrenin rengarenk olması da çok etkiliydi.

Bir süre sonra bir şeyin farkına vardım: Aralarındaki yaş farkı ne kadar olursa olsun “çocuk” diyeceğimiz küçüklükteki insanlar birbirleriyle nitelikli bir şekilde iletişim kurabiliyorlar.
Leyla birçok çocukla iletişim kurabiliyor, onlarla adeta konuşuyordu. Çocuk masumiyetinin ise o zaman farkına varıyorsunuz.

5-6 yaşlarında bir çocuk Leyla’nın yanına gelmiş, elindeki balonu ona sallayarak oyun yapmaya çalışıyordu. Evet “Oyun yapmak” tabirini kullanıyorum çünkü bebeklerle oynadığınız çoğu oyun aslında yok ve o an yapıyorsunuz. Çocuk Leyla’ya balonu salladıkça Leyla daha bir neşeleniyordu. En sonunda ağlamaya başladı. Ben ilk başta bunu mutluluk gözyaşları zannetmiştim.

“Baba o kadar mutluyum ki ağlayabilirim.”
“Ağla kızım tutma kendini…”
Meğer balonu istiyormuş.
“Amca vereyim mi balonu?” diye sordu çocuk bana.
“Yok canım senin balonun sende kalsın, ben ona balon alayım şimdi.” dedim çocuğa.
“Olsun amca, çok sevdi, benim balonumu alsın.” dedi.

Çocuk balonu verip uzaklaştı. Kendi çocukluğum, iğrenç beyaz takımı ve turuncu papyonu taktığım gün geldi aklıma. O zamanlar bizler de birbirimize bir şeyler veriyor, bir şeyler alıyorduk. Trampa bile olmayan bir ekonomi mevcuttu aramızda.
Leyla’yı tekrar pusetine koyup balonu kucağına koydum, balonu attı. Tekrar balonu kucağına koydum, balonu attı, tekrar ve tekrar… eğilip onunla konuşmaya başladım.

“Bak güzel kızım, o abla sana balonu hediye etti. Hediye almak güzel bir şeydir. Sana hediye edilen şeylere böyle davranman hiç hoş değil. Bir hediyeyi beğenmesen bile onu gelişigüzel atamazsın, onu saklaman sana hediye edildiği günü hatırlaman gerekir. Senin için güzel bir şey bu. Lütfen balonu atma, eve gidince bu balonla güzel güzel oynarız.”

Bebeklerle iletişim kurabilmek çok çok önemli. Bebek sizi anlamasa bile onunla konuşmanız, onun gözlerine bakarak, onu önemseyerek ona anlatmak istediğiniz her şeyi düzgün bir dille anlatmanız çok önemli.

Leyla balonu tekrar attı. Balon elde, puseti ittirerek evimize doğru yollandık.

Leyla ilk 23 Nisan’ını istemediği bir hediyeyle geçirmişti. Önümüzdeki 23 Nisan’da anlama seviyesi de yükseleceği için onu gösterilerin yapılacağı stadyuma götürme kararı almıştım. Ama önümüzde anlı şanlı bir “1 MAYIS”  vardı.

Leyla tam bir hafta sonra yaşayacağımız 1 Mayıs’ı bizim için de “Olaylı 1 Mayıs” haline getirmişti. Ama bilerek ama bilmeyerek…

Önemli not: eski 23 Nisan fotoğrafımı geçenlerde buldum. Beyaz takım ve turuncu papyon ile çekilmiş fotoğrafımı isteyenler hesap numaramı alabilirler. Gözlükleri hiç söylemiyorum bile.

1 yorum:

  1. ama ben merak ettim fotoyu şimdi :) hesap numarası alayım :)))

    YanıtlaSil