7 Şubat 2011 Pazartesi

EGO YALNIZCA BİR KURUM DEĞİLDİR

Bir daha o sandığı açacağımı zannetmiyordum. Babaannemden kalmış tek yadigar olan ceviz sandık uzun süredir tavan arasındaki dolapta duruyordu. İçindeki hafif olduğu için kolayca kaldırıp, yere indirdim. Açtığımda belki de parlaklığından değil ama bana hissettirdiği şeyden gözlerim kamaştı. Hemen çıkartıp hazırladığım bond çantaya koydum. Çantayı taşırken hem inanılmaz bir güven duygusu yaşıyor hem de beni nereden bulduklarını düşünüyordum. Belki de bulunmak istemiş ve bilerek dikkatsiz davranmıştım. Belki de çantayı geri verdiğimde hesabıma yatırılacak olan 4 Milyon $ kendime güvenmemi sağlıyordu. Ne olursa olsun oraya gidecektim.

Henüz hamileliğin 3.-4. aylarında olmamıza rağmen hayatınızda büyük değişiklikler olduğunu görüyorsunuz. Daha önce yasaklı şeyler listesini gördünüz. Yasaklı şeyler aslında direkt babaya yasaklanan şeyler değil. Benim mübalağa sanatını kullanabildiğimi göz önünde bulundurursanız çok kötü durumda değildim aslında ama hamile bir insana vermek istediğiniz destek ölçüsünde kimi özgürlüklerinizi arka plana atmak isteyebilirsiniz. Bu size mutluluk bile verebilir.

Hamilelik birinci evreden sonra farklı bir gelişim seyrediyor. Evreleri tekrar hatırlamamız gerekebilir:

1- Le Fabuleux Destin d’Amelie Poulain (Jean Pierre Jeunet, 2001)

2- Il Buono, Il Brutto, Il Cattivo (Sergio Leone, 1966)

3- Apocalypse Now (Francis Ford Coppola, 1979)

Biz Amelie Poulain evresinden yüksek müsaadeleriyle ayrılmış, İyi, Kötü ve Çirkin’in kollarına salıvermiştik kendimizi. İlk üç ay sonunda belirgin ilk değişim gözle görülür bir şekilde oluyor ve ilk problemler başlıyor. Çocuğunuzu taşıyan kadının karnındaki çocuğun daha bir büyüdüğünü, bunun da annenin vücuduna (haliyle) yansıdığını görüyorsunuz. Bu bir hamile ile dolaştığınızı artık herkesin göreceği anlamına geliyor. Tam burada bazı densizlerin olduğunu ve yolda “Ay ne çok kilo almışsın” cümlesiyle diyaloga başladıklarını belirtmekte fayda var. İstisnalar dışında hamile bir kadının bebeğini mutlulukla ve gururla taşıdığını söylemekten zarar gelmez elbette. Ama bir hamile kadına yanlışlıkla da olsa kilo almışsın demek onu içten içe üzecektir. Birinci sorun biyolojik. Hamile kadınların çok kilo almaları iyi bir şey değil. Hamilelik boyunca toplamda 12 kilo almaları en ideali. Daha fazlası hem doğum sonrası kilo verme zorluklarına hem de hamilelik ve doğum esnasında yaşanacak sorunlara yelken açıyor. İkinci sorun ise psikolojik: hiçbir kadın, ne olursa olsun kilolu olmak istemez. Konu hamilelik bile olsa.

Babalar tam bu esnada artık bir şeyleri düşünmeye başlıyorlar sanırım. Daha önce de bahsi geçtiği üzere babalarda hala çocuğun gelişi ile ilgili çok elzem bir düşünce yoktu. Yine hormonsal olduğunu, benim bu kadar da odunsu bir varlık olmadığımı düşünüyorum. Karnın büyümesi ile birlikte bebeğin geliş sürecinin yaklaştığını anlıyorsunuz. Bu aylarda bir sorun daha var. Cinsiyet.

Cinsiyet öğrenme aşamasına yaklaştıkça bir insanın dünyaya geleceği ile ilgili daha çok düşünceye sahip oluyorsunuz. İşte tam burada “ego” denen şey ortaya çıkıyor. Üç ana başlıkta inceleyebiliriz.

1-İsim

2-Nasıl biri olacak

3-Üzerinde uygulayacağınız tahakküm

İsim: Cinsiyet öğrenme anına yaklaştıkça ister istemez bir isim düşünmeye başlıyorsunuz. Bu esnada “Neden acaba kendimi anlatmayayım ki?” ya da “Bir gönderme yapabilir miyim?” sorularını düşünüyorsunuz. Aileler sıklıkla çocuklarına sevdikleri ya da yalakalık yapmayı düşündükleri aile büyüklerinin isimlerini koyabildiği gibi çocuklarının isimlerinden politik görüşlerini de yansıtmak isteyebilirler. İşte bu esnada dedesini hiç tanıyamayacak olan nur topu gibi bir Abdurrahman’ınız olmasını istemiyorsanız ya da ileride milliyetçi bir camiaya girebilmesi olası olan ve her fırsatta size küfredecek olan 3,5 kilogramlık Fidel’iniz olmasını istemiyorsanız bu tamamıyla ego kokan düşüncenizden vazgeçin. Ayrıca çok kalabalık bir güruh tanıyorum ki çok sevdiği ya da hamilelik döneminde okuduğu roman karakterlerine atıfta bulunmak istediler. Allahtan ben o dönem aklıselim kişilerle beraberdim ki, o dönem tekrar okumaya başladığım çizgi roman dizisinden uzaklaştırılmıştım. Yoksa bizim bebek kız olursa Red Sonya oğlan olursa Conan olacaktı. Her neyse, isim çocuğa da bırakılmayacak kadar ciddi bir iş Allahtan. Yoksa biz 3 yaşına kadar bekleyip, üç yaşında çocuk kendi koysun ismini diyenlerdendik. Kanun bizi bundan uzak koydu –ki kanun koyuculara bir kez daha dua edelim çünkü bizim kızın adı şimdi Miki Mouse falandı.

Nasıl biri olacak: Herkes kendini çok sever, sevmelidir. Birçoğumuz göbeğimizi beğenmeyiz, bacaklarımız keşke daha güzel olsa diye dua ederiz, burnumuz neden bu kadar büyük diye kokain kullanıp kullanmamak için düşünürüz ama genelde kendimizi severiz. Hamile sevgiliniz ile bir yemek esnasında romantik bir şekilde odanın ne renk olması konusunda tartışırken ve genel olarak onun isteklerini kabul etmeye hazırken, gözlerinin içinde kaybolan bakışlarınız bir şekilde sevgilinizin burnuna doğru iner ve “Sanıyorum burnunun üst tarafı bana benzerse lise hayatında daha güzel günler onu bekler” diye düşünürsünüz. Keza bir gün ayna karşısında bornozunuzu banyo kapısına iliştirirken “Kalçam hiç de fena değilmiş, kadın ya da erkek bu kalça onu idare eder” deyip ondan sonra İngiliz romantik komedisinin karşısına geçebilirsiniz. Kaldı ki bizim çocuk bana benzediğinde ilk düşündüğüm şu olmuştu; “Oh be Almanya’da bir şey olmamış”

Üzerinde uygulayacağınız tahakküm: Babalar için durum şöyle gelişiyor. Erkek olursa onunla Şükrü Saracoğlu yollarında marşlar bestelerim… kız olursa ona erkeklerin nasıl yaratıklar olduğunu hiç çekinmeden anlatırım. Beyler, ne size bir arkadaş geliyor ne de hayatın her evresinde kontrol altında tutabileceğiniz bir yaratığınız oluyor. Eğer iyi bir büyücüyseniz kendinize bir “Golem” yaratın ama emin olun çocuğunuzun yerini tutmayacaktır. Hem zayıf olduğunuz bir anda size saldırma olasılığı var. Çocuğunuz sizin dinlediğiniz müzikleri dinlemeyecek olabilir, sizin politik görüşünüze uygun olmayan tavırlar sergilemeyecek olabilir, hatta ileride sizi sevmeyecek bile olabilir. Benim hayalimde ki çocuk Pink Floyd dinleyen, tarih, politika, felsefe, sanat konularında sürekli görüşlerine başvurulan, dünyanın en iyi televizyon kanallarında gündelik olayları yorumlayan biriydi. Ayrıca birçok spor dalında milli takım düzeyinde müsabakalara katılıyor ve tribünlerde onu izleyen beni, aynı zamanda menajerini mutlu ediyordu. Fakat hayallerim biraz önce boyama kitabını boyarken yıkıldı: “Baba şarkı söyleyelim mi? Boyalar gibi rengarengarengarenk”

Ben gayet egolarıma yenik düşmüş bir vaziyette tüm bunları düşünürken yatağa ilerleyen sevgilim bana birkaç hatırlatma yapmayı uygun görüyordu. Pasaportunu uzatman lazım bu bir, ikincisi yarın doğum öncesi kursunun ilk günü… Ve güzeller güzeli üç: “Küba için hangi çantayı hazırlamak istersin? Ben kendim için küçük sırt çantasını düşündüm, benim eşyalarımı da koyabileceğin büyük bir çanta bulur musun?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder