31 Temmuz 2011 Pazar

Gerilme Dönemi

Bir insanın en temel isteği yaşamaktır. Kelime anlamıyla incelediğimiz zaman vücudumuz acıkır, susar, barınma isteği duyarız. Geçirdiğimiz evrim sebebiyle dünyanın hemen her coğrafyasında yaşayabilen yaratıklar olarak “Yaşayabilmek” için farklı şeyler yaparız.

Bir de “Yaşamak” isteği vardır. Hayatı doyasıya yaşamak... Cümle içinde kullanarak örneklendirmek gerekirse; “Takıl bana hayatını yaşa”
Genelde bu cümleyi kullanarak sizi yanına isteyen şahıslar bir süre sonra sizin yanınızdan ayrılırlar, en azından açık görüş günlerinde sizi ziyaret edebilirler ama her insanın doyasıya yaşamak istediği bir hayat vardır ve Theodor Adorno isimli ecnebi düşünürün ağızlara pelesenk olmuş söz öbeğini hatırlatmak gerekirse “Yanlış hayat doğru yaşanmaz.”


Her insan hayatını, istekleri doğrultusunda, ona öğretilen ya da kendi yönlendirdiği eğlence kavramlarını gerçekleştirerek yaşamak ister. Kimi gezer, kimi vicdanını rahatlatmak için kendisine ya da başkalarına yardım eder, kimi başkalarının hayatını daha iyi yaşaması için çalışır çabalar. Hep yeni yönelimlere, yeni arayışlara giderken buluruz kendimizi. Tatillerimiz, gezilerimiz, işlerimiz, kitaplarımız, arkadaşlarımız ya daha iyi yaşamak ya da daha iyi yaşamamıza yardımcı olacak kaynağı yaratmak için vardır.

Bir de daha mutlu olmamız için çocuk yapanlarımız vardır. Bir çocuğu çok sevmek ya da bir çocuğun sizi çok sevmesini bekleyerek kendinizi daha iyi hissetmek için bir çocuğun dünyaya gelmesine sebep oluruz. Buraya kadar her şey normaldir. Tıpkı yaşama isteği gibi üreme isteği de insanların temel arzularından biridir. Hamilelik yaşarsınız; bebeğinizi bekleme sürecinde hayatınızda değişiklikler yaparsınız, alışverişler, oda kurmalar, değişen diyaloglar, tebrikler, takdirlerle geçer o süreç...

Bebeğiniz dünyaya merhaba dedikten sonra hayatınız daha da değişir. Temel arzularınızdan “Yaşamak” isteğinize isteminiz dışında bir ket vurulmuştur. Eskisi gibi rahat olmayan uykular, zamanınızın büyük çoğunluğunu sizden alan bakım süreci, sizinle konuşamadığı için derdini anlatamayan yavrunuz ve yavrunuzun dertlerini anlama zorunluluğunuz. Sabahlara kadar sürecek eğlencelere katılamama, istediğiniz an dışarı gidememe, tatil için farklı planlar yapma şartnamesi sizi bekleyen süreçler. Durumun maddi boyutunu hiç söylemiyorum bile... Evet, doğrusunu söylemek gerekirse bebek sizin “Yaşama” isteğinize müdahalede bulunan biri...

Tüm bunlardan daha önemli, daha kesin bir şey daha var... Dünyaya gelmesine önayak olduğunuz yavrunuz da “Yaşamak” isteyecektir. Sizin isteklerinizden daha değişik, daha iyi olacağını düşündüğü bir “Yaşamak” arzusu içinde olabilir.

Bütün aileler çocuklarının bebeklik yaşantılarına bakarak geleceklerine dair tahminlerde bulunmaya çalışır. Eğer sanatla uzaktan yakından ilgilenen bir aileyseniz eline boya verdiğiniz bir çocuğun boya tercihlerinden “Hımmm! İleride kesin ressam olacak.” dersiniz. Eğer uyduruk dans yarışmalarını izliyorsanız ve duyduğu her müzikte fırlayıp koltukların üstünde dans eden bir bebeğiniz varsa; “Aman tanrım, bir Tan Sağtürk yetişiyor” diyebilirsiniz. Siz de sayısal bir geçmişe sahipseniz ve çocuğunuzun eline verdiğiniz iki tahta bir anda bir kule şeklini almışsa; “Hanım bunu yuvadan alıp İTÜ Mimarlık Fakültesine gönderelim.” yaygarasını kopartırsınız.

Bir gün parkta bir adamla karşılaşmıştım. Çocuğu kağıt helvacıya parayı uzatıp kağıt helvayı aldıktan sonra elini açıp paranın üzerini bekliyordu, paranın üstü olmamasına rağmen. Adam ekeşmiş ekeşmiş gülerek “Bizim oğlan ticarete atılır kesin.” demişti.

Oysa uygun renkleri kullanan çocuğunuz sadece o renkler ona daha parlak geldiği için tercih etmiş olabilir. Sürekli koltukların üzerinde dans eden çocuğunuz için bir çocuk psikiyatrisine başvurup Hiperaktif incelemesi yapmak isteyebilirsiniz. Kuleyi yapmış bebişiniz onu yıkmak için inşa etmiştir belki... böylece dünyamızda nice halı dokumacısı olma hayaliyle yaşayan mimarlar, doktorlara gıpta ile bakan ressamlar, felsefi açılımlarda bulunan ama basit bir balet olduğu için dikkate alınmayan dansçılar olabilir.

Farkında mısınız bilmiyorum ama bu satırları yazarken bile üstün mesleklerden bahsediyorum. Çünkü ben de kızımın dünyanın neden böyle bir yer olduğunu açıklayacak bir felsefeci, Gaudi'yi alaşağı edecek bir mimar, duyulmamış notaları bir araya getiren bir müzisyen ya da hiç olmadı hiperaktivite ve DEB konusunda müthiş bir açılım yapacak bir doktor olmasını isterim... Ama biricik Leyla'm 16 yaşında bana gelip; “Baba ben hayatıma tren kondüktörü olarak devam etmek istiyorum.” derse ona “Peki kızım ama Pamukova tarafında dikkatli ol.” demekten başka çarem yok ki, tüm tren kondüktörlerini huzurunuzda tenzih ederim.

Bir çocuğun gelişiminde, onu daha rahat ettirmek için, onu daha mutlu hissettirmek için, onun geleceğinin daha iyi olabilmesi için yapacağınız bir çok şey vardır. Onu kurslara yollayıp seçeneklerini anlatabilir, onu profesyonellerle tanıştırıp bazı şeyleri tanımasını sağlayabilir, binlerce test yaptırıp geleceğine yön verebilirsiniz. Ama bunlardan daha kolay, bunlardan çok daha zorunlu olarak yapmanız gereken bir şey var.

Onu sevmek...

Ona önce bir ailenin mensubu olduğunu anlatabilmek, ardından bu ailenin bir toplum içinde olduğunu anlatabilmek, ailesinin toplumun neresinde durduğunu hatırlatmak zorundasınız. Ona; annesiyle, babasıyla birlikte yaşamak zorunda olmanın kötü değil, aksine eğlenceli bir şey olabileceğini anlatmak zorundasınız. Toplumla beraber eğlenebileceğini, annesinin ve babasının onu çok sevdiğini ve onun için her şeyi yapabileceğini anlatmalısınız.

Elbette bunun için de; sizin de eğlenceli olmanız, hayata ve topluma karşı bir duruşunuzun olması, bir aile gibi davranmanız gerekiyor. Birlikte olmanız,birlikte vakit geçirmeniz, her ne kadar bize saçma bir biçimde öğretilmişse bile; en çekirdek topluluğu yaşamanız ve yaşatmanız gerekiyor.

Çocuklarımız bizi tercih etmedikleri için en azından sizin tercihlerinizin doğru olması gerekiyor. Leyla'nın doğduğu ilk günden bu yana, kendi kendime, onu klasik bir baba karakteriyle tanıştırmayacağıma söz vermiştim. Bunu ne kadar başarıyorum ve ne kadar başarılı olacağım anlayamayız. En azından ileride Leyla'ya sormak lazım. Eğer 20 yaşında Leyla'ya sorduğunuzda size Myanmar'dan maille yanıt veriyorsa ve “Kusura bakmayın ama sözlerime burada nokta koymam lazım, diktatörlerin canına kast ettiği bir çok yaralıya bakmak için çadır hastaneye geri dönüyorum.” derse o zaman belki kendimi iyi bir babaymış gibi hissedebilirim...

Bebeğim benim kızım olmayı istememişti, ama benim de isteğimle bu yaftayı ona yapıştırdık, benim de hayatım boyunca taşımam gereken bir unvanım var artık; “Baba”

Bütün bunlar yüzünden ona en güzelinin o olduğunu, benim de elimden gelenin en iyisinin bu olduğunu anlatmam gerekiyordu.

Leyla 1 yaşına girmek üzereydi. Zaten evlenmememizden klasik bir aile olma istemememizi anlayabiliyorsunuz sanırım... ama zaman ilerledikçe , bebeğim daha anlamlı bakmaya başladıkça aile kavramının belki de doğru çizildiğinin farkına varmaya başlamıştım... Leyla'nın annesi ise klasik aile tablosu çizimlerini bir karma sergide satışa çıkarmıştı...

İşte böyle başladı Leyla'nın ilk doğum günü yaklaşırken bizim “Gerilme Dönemimiz”

Üsküdar Sarayı çoktan yanmış, lale soğanları bahçelerden sökülmüş, yeni renklerine kavuşmaları için tekrar saksılara geri dönmüştü. Hamamlarda yeni dönemin konuşmaları yapılıyor, damadın kellesi isteniyordu...  

3 yorum:

  1. çok güzel her zamanki gibi, hemen eşime yolluyorum..

    YanıtlaSil
  2. Sizi böyle bir blog oluşturduğunuz için yürekten kutlarım. Tüm anne ve babaların, özellikle , bebekleri dünyaya geldikten sonra eşlerini unutanların, yazdıklarınızı okuması gerek.

    YanıtlaSil
  3. İfadeleriniz, anlatım biçiminiz ve anlattıklarınıza bayıldım tek kelimeyle

    YanıtlaSil